28 Temmuz 2013 Pazar

Projeler

Merhaba sevgilim,

Çok projeliyim bu aralar ayıptır söylemesi. Bir sene oldu kimya mühendisliğinden mezun olalı. Şu an mühendisim yani ben. Ama istemiyorum mınakoyiim mühendislik yapmak. O yüzden sürekli değişik projelere açığım bir yıldır. Kendi kişisel projem stand-up komedyeni olarak anılmak. Böyle bilinmek. E stand-up dediğimiz meret de tek kişilik oluyor maalesef. Abim dediydi "Ya hocu ben de çıkayım sahneye, bir torpil döner mi ne dersin?" şeklinde. Dedim mafya mı lan bu "Gülün Lan!" diye bağırarak ateş mi edelim seyircinin ayağına. Gülmeyince gülünmüyor işte.

Oruçluyum bakmamalıyım, oruçluyum bakmamalıyım, oru...
Bu projeler genelde eğlence sektörüne hizmet etmeyi amaçlayan projeler. Vidyolar, senaryolar, belgeseller, yazılar. Aynen. Çok kişilik projelerden biri de yaşlıca adamlarla görüşmeli bir proje. Hatta arayacağım şimdi çocukları.

...

Hepsi yazlığa çekilmiş lan, yaşlı yaşlı adamlar tabii, ekime kadar buralardayız dedi. Sinirlendim ben de "gelmezseniz ekime kadar, yolunuz var s.kime kadar" diyecektim ama vazgeçtim. Yaşlı adamlar şimdi. Bir insan mankafa da olsa çok yaşlıysa hürmet göstermek zorundasın. Zaten çok yaşlı olduğu için mankafa olup olmadığını tam anlayamıyorsun. Yani saçma bir cevap verirse aptallıktan değil de, yaşlılıktandır diyorsun. Yaşlanmafobiya oluştu üzerimde şu anda.

Şimdi yine taksime gidiyorum amk. Taksim resmen ikinci evim gibi oldu. Starbucks'a sıçıyorum mesela, tüketim toplumunu bu şekilde eleştiriyorum. Kimileri eleştirilerinde burger'ı konu alıyor. Tercih meselesi. Geçen gün bir eleştirmişim starbucks'ı, resmen iki günlük eleştiri ihtiyacımı karşıladım. Şubeyi kapattılar, kapısına da "yeni bir kahve deniyoruz" diye not düşmüşler. Bu nasıl kahve kokusu amk. Bazen starbucks'ta uyuyorum. Çok rahat kanepeleri var.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Yok sana başlık falan

Hoşgeldin bebeğim, seni hangi rüzgar attı buralara?

Ben yine iki gündür taksimdeyim. Sabahlamalar, içmeler. İlk gece bir kadınla tanıştım, kendisi müzik öğretmeniymiş. Galiba bu yüzden bir ritm yakalayabildik sevişirken. Ama aklım Mimar'da (Matrix'tekinden bahsetmiyorum beolm. Mimarlık okuyan bir kız kendisi) kaldı. Mimarla daha tutkuluydu mesela. Sence Mimar'a böyle tek gecelik bir ilişki yaşadığımdan bahsetmeli miyim? Bence hiç gerek yok. Bir hafta içinde tekrar görüşeceğiz Mimar ile, sonra bir daha görüşmeyeceğiz. Böyle bir karar aldık. Bu yüzden gerek yok. Ama tutkulu bir şekilde vedalaştıktan iki hafta sonra facebook'tan "N'aber? ;)" şeklinde yavşak bir mesaj atarsam çok üzülürüm. Çok karaktersiz hissederim kendimi, huzursuz olurum.

Neyse, müzik öğretmeni diyordum. Akşamdan kalma isem ben, cinsel performansım giderek düşüyor. Son sevişmemizde çok erken geldiğim için kendimi mahçup hissettim. Ağladım falan. Tanıştığım bütün erkeklerde böyle bir anlayış var. "Kadını memnun etmeliyim" şeklinde bir görev bilinci. Cinsimiz kurusun bizi memnun etmek çok kolay (oralarda bir yerde "beni memnun etmek hiç kolay değildir adamım" şeklinde ağzının
Müzik Öğretmeni (Temsili)
kenarıyla gülümseyen adamlar olabilir, gerçekten öyleyseniz sizin yarattığınız rekabet ortamının amk), o yüzden bu kompleks sanırım. Öyle erkenden gelince "kusura bakmayın hocam" demiş bulundum. Yine kanaat notuna kaldık. Evde bir de kedisi vardı. Umarım bir gün bunları okuyup bana küfür etmez, ama çıplak bir vaziyette kedinin yanından geçerken gittim benim şeyi kedinin kafasına sürttürdüm. (Bazılarınız buna "yivrançsııııığğn" şeklinde tepki verebilir, hayır değilim. Sadece çok meraklı bir kişiyim) Anlamadı gerizekalı, öyle boş boş bakıyor. Sonra beni gülme tuttu.

Benim kediye yaklaşımım o yönde. Daha doğrusu hayvanlara yaklaşımım. Sosyoloji psikoloji bilimlerine gerek yok, hayvan direk insanın özeti. "Ayy ne kadar tatlıııı" demiyorum da "Ulan ne kadar gerzek" diyerek izliyorum hayvanları. Boş bakıyorsa, anlamsız hareketler yapıyorsa mutlu oluyorum. Benim zekamı kutsuyor resmen. Peki hayvandan gerizekalı insan olur mu ya? Valla İsviçreli bilim adamları çalışıyormuş bu konu üstünde.Var diyorlar, vardiyalı onlar.

İkinci günse full erkek takıldık. Nedense ben birileriyle seviştikten hemen sonra sinek gibi erkek üşüşüyor çevreme. Ben sadece sevişmeli hikayelerimi anlatıyorum diye bende bir tılsım var zannediyorlar. İki tane kilit noktada uyarmak istiyorum onları. Birincisi, çok az seçici davranıyorum. Herkes alkollü zaten, bir sabah erkekle uyanacağım diye çok korkuyorum hatta. İkincisi, oran/orantıya vurunca başarısız olduğum ortaya çıkıyor. Çok fazla başarısızca girişimlerde bulunuyorum kadınlara yönelik ama onları anlatmıyorum. Bir de çok sık taksime takıldığım için çok sayıda başarısız girişimi kısa bir zamana sığdırabiliyorum. Böylece başarısız olma kotamı dolduruyorum.

Gırgır dergisinden Ali Çatal diye bir adam var. Çok ilginç bir dili var, okumanızı tavsiye ederim. Başlarda yorucu geliyor ama sonraları güzel gelmeye başlıyor. Uykulu uykulu yazdım bu yazıyı, o yüzden çok bütünlüksüz oldu. Gerçi sonra okurken beni eğlendiriyor, o açıdan iyi, zaten henüz okuyanım yok amk. Devlet bize bakmiyür. Bir gün kafam iyiyken yazmayı deneyeceğim, zannediyorum ki çok leş bir şey çıkacaktır ortaya. Ama denemekte fayda var.

Öpüyorum, beyler ve beybileytler

PS: Allah google images'tan razı olsun. Ayrıca ömür yiyen komik videoların da Allah belasını versin. Al inanılmaz değersiz boş vaktin varsa

25 Temmuz 2013 Perşembe

Harlı Geyik Bir İhtiyaçtır

Yine bol küfürlü, Mhp, Arap, Türklük, İsrail vb. kelimeleri içinde barındıran youtube comment kavgası okudum az önce. İçim ferahladı lan. Millet ne güzel tartışıyor. Bu tartışmalar neye benziyor biliyor musun? Dur bunu bir anektod ile anlatayım.

Bir gün girdim babamın yanına salona. Bir de baktım Jason Statham'ın bir filmini izliyor. "Nasılmış baba film?" diye sordum. "Ya bu çocuğun filmlerini çok seviyorum ben. Efendi efendi aksiyon yapıyor" demişti. O zaman demiştim "İşte televizyonun gücü." Çünkü gelmiş dünyanın parasını kazanan adam Jason Statham babamın beğenisine sunulmuş. O anda Jason'ı böyle eller önde kavuşturulmuş baş hafif eğik babamın onayını beklerken hayal ettim. Babam "seni sevdim çocuk" diyor ve Jason padişahtan övgü dolu sözler almışçasına seviniyor. İşte televizyonun gücü, babam durup düşünmüyor ki "Bana mı soracaklar amk" diye. Hayır, fikrini beyan ediyor.

- Hadi kalk lan bir pes atalım
- Ya dur be olm, işin gücün geyik
Bence siyaset de böyle bir şey. İnsanlara sanki bir şeyleri değiştirme güçleri varmış gibi bir hava veriliyor.
Sanki tartışarak bir yerlere varabilirlermiş gibi bir ilüzyon. Takım tutar gibi siyasi bir fikir tutuyorsun ve oturup bunları tartışıyorsun. Sonunda yine büyük güçlerin istediği oluyor. Sen Jason Statham'ı beğensen de beğenmesen de o film yapmaya devam ediyor. Hem de aksiyon yapıyor hep. "Film yapsın ama romantik komedi yapsın" diye daha yumuşak bir istek bile onun film rutinini sekteye uğratmıyor. O yine sabah 7 de kalkıp, sütünü içip, sporunu yapıyor ve kaslarına özen gösteriyor.

İşte tam da bu yüzden ben elimi eteğimi çektim bu mecralardan. En büyük eğlence kaynağım harlı bir geyik döndürmek. Bu geyiğin içinde içinde bol bol "düşünsene" geçen hayal ürünü espriler yapmak da dahil, yeri geliyor "1 milyon tl karşılığında Bülent Ersoy ile sevişir misin? Evetse 10 milyon karşılığında bunu canlı yayında yapar mısın?" tarzı trade-off soruları da dahil, veya, "şu tarz durumlarda neden böyle hissediyoruz acaba?" tarzı kendimizi tanımaya yönelik sohbetler de dahil. Özellikle şu son maddeyi samimi arkadaşlarımızla yaparsak çok büyük yardımları olur diye düşünüyorum.

Şu kertenkele beyinlerden bir kurtulalım lan lütfen. Alkollüyken kavga mı ettin mesela biriyle "Neden ettim lan acaba?" diye bir düşün. Veya kız arkadaşını çok mu kıskanıyorsun, "Niye kafayı yiyecek gibi oluyorum?" diye bir düşün.

En önemlisi "Metroda bana gülümseyen çocuktan niye gözlerimi kaçırdım?" diye bir düşün.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Kelimelerle Düşünmenin Sakıncaları

Ben hep birilerinin zaten halihazırda düşündüğü şeylerden bahsediyor gibi hissediyorum kendimi, ki muhtemelen öyle. Sağda solda yazılmış çizilmiş şeylerden. Peki ben neden hala yaratıcılığımı konuşturma ihtiyacına gidiyorum? Olm belli mi olur lan belki gerçekten bir şeyleri tarihte ilk defa ben dile getireceğim

Şu an kafam taşşak gibi ve uyumak istiyorum, ama uyumuyorum çünkü söylemem gereken bir iki şey var. Öncelikle birinin veya bir kesimin ağzından yazılan yazılardan gına geldi mınasiçiki. Tamam eleştirmeyin demiyorum ama eleştiriyi o kişinin ağzından yazmak farklı bir şey söylüyormuşsun gibi görünse de aslında daha zeki bir papağan olduğunu gösteriyor. Başbakan'ı eleştirecek "Sabah uyandığımda halkı kutuplaştırasım geliyor çünkü ben böyle bir kişiyim" diye RTE ağzından yazıyor. "Halkı kutuplaştırmaya çalışıyor" yazsa sıkıcı di mi? Yani bilmiyorum, hoşuna gidiyorsa yap tabii yine. O kadar da rahatsız değilim lan aslında. Sadece sıkıldım.
"Valla ne desem bilemedim ki, bir dış işlerine sor istersen"

Çocukluğumdan beri farklı olan şeylere yöneldim istemsiz olarak. Gerçekten gözümde çabuk eskitiyorum birçok şeyi. Sana şöyle söyleyeyim harlem shake, gangnam style, planking, kemik gözlük, dar pantalon vb. akımlara hiç katılmadım, katılamadım. Milletin eğlenmesini kıskandım. Dans etmeye hevesim ve yeteneğim olduğunu itiraf etmeliyim ama gangnam style beceremiyorum. İçten içe öğrenmek istemiyorum çünkü. Hatta gangnam style akımını ben başlatmış olsaydım bile sıkılırdım. Sevmiyorum lan herkesin yaptığı şeyi yapmayı. Gerçi harlem shake'i başlatsam sevinirdim. Onda belli bir kural bütünlüğü yok anladığım kadarıyla. Ya da var mı lan?

Bir ara her yerde mahalle baskısı olursa nasıl olur diye korktum. Mesela Antalya'daki çılgın eğlence yerlerine falan neden mahalle baskısı yok. Bence "çünkü bunlar turist ve gavurlar ve ülkemize para kazandırıyorlar" diye düşünüp son anda dövmekten vazgeçebilirler. Ama her yer Türkiye olsa "Bunlar turist değil çünkü her yer Türkiye olduydu en son. Dur bakıyım ne zamandır burun kırmıyorum" diyebilirler. Bunu deyince aklıma geldi. Geçen benim buruna yumruk yedim adamın birinden. İşte bunlar hep alkol.

Başlığı attım ama konuya giremedim iyi mi? Özet geçeceğim. Ama önce bir hatırlatma, dinimiz samimiyet ve bunu yaymaya çalışıyoruz. Herkes samimi olursa bence ortada problem falan kalmaz. Geçen aylarda şöyle bir mevzu yaşandı. Gezide ağaçlar kesilmesin diye biz kitap okuma eylemi yaparken polis çok feci biber gazı sıkarak bizim sabrımızı taşırdı. Yurt genelinde olaylara sevk etti... Şaka lan şaka.

- Dominosu niye çağırdın?
- Kurye için ya, sana da pizza söyledim
Çok sevdiğim iki insan ve ben, yani üç kişi güldüren havası oynuyoruz. İki kişi oynarken oturan kişiye ben dedim ki "Biz oynuyoruz, düşünme bayrağını sana teslim ediyoruz." Ben şunu demek istemiştim "Bizim düşünmeye mecalimiz yok, bizi ancak sen kurtarırsın." Gayet açıktı bence bu anlam. Ama öteki arkadaşım şunu anladı "Bizim yerimize düşünmek zorundasın. Şimdiye kadar biz düşündük sıra sende. Bu görevi sana veriyoruz" şeklinde anladı. Ulan aynı cümleden biri teslimiyet anlamı çıkarırken öteki görevlendirme/aşağılama anlamı çıkardı. Ben görevlendirme maksadıyla laf söyleyecek adam değilim. Ben soğanı cücüğüyle yiyen bir adamım. Bunu bilmelerine rağmen ikinci anlamı göz ardı edemediler. O yüzden samimiyet önemli. Ancak o zaman kelimelerle düşünmemenin keyfini çıkarabiliriz. He doğrusunu öğrenin tabii. 1984 kitabında dilde sadeleşmeye giderek insanları gerizekalılaştırıyorlardı hatırlarsanız. Hepsi maymuna dönmüştü amk (Atayizler?). Samimi olacağız diye aptal olmayalım tabii. Herkes kelimelerin doğrusunu bilirse samimi olmaya daha çok yaklaşırız.

...

Annemle sahur yaptım sevgili okuyucacıksınlar. Uzun zamandan sonra iyi geldi

Aşk

Yine çok ilginç rüyalar gördüm. Komik değillerdi ama. 16 saat uyudum lan resmen. Aylar öncesinden bir Fransız sevgilim vardı. Ben ayrılalım demiştim ve o çok üzülmüştü. Şimdi "%20'lik bir oran ile dünyanın en depresif ülkesi Fransa" diye bir şey okudum. Fransa'nın depresyonuna katkıda sağladığım için mi birinci oldular? Buna üzülmeli miyim yoksa onları birinci yaptığım için sevinmeli miyim? Bilemedim. Ama rüyalarıma girdi, hesapta benim ismimi dövme yaptırmış, ben ne göt bir insanmışım.

Burada ilişkinin karşılıklı olmasının önemi ortaya çıkıyor. Platonik aşıkların hayata neyle tutunduklarını gerçekten merak ediyorum. Çünkü bir insanı karşılığını alamadan sevmek inanılmaz zor. En azından benim başarabildiğim bir şey değil. Aynı şekilde sevgilinin seni çok sevmesi, hatta seni senden çok sevmesi de çok zor. Nispeten daha katlanılır ama yine de bir noktadan sonra suçluluk hissettiriyor. Alkolüne uyuşturucuna karışmaya başlıyor, seni senden daha çok sevdiği için senin sağlığını senden daha çok düşünüyor. Veya sağlıklı olsun da yatakta dolmakalem akıtmasın, ben de zevk alayım amk diye düşünüyor da olabilir. Beni her iki yöndeki duygu eşitsizliği de geriyor.

Arada banka soygunu oldu haberiniz yok
Bu yüzden duygularımı direk belli etmemeye çalışırım, karşımdakinin haline tavrına göre yavaş yavaş açılırım. Yoksa keriz gibi direk açılırsan karşıdakinin seni seveceği varsa bile bunu farketmez ve seni sevmekten çekinir. Çünkü keriz gibi hemen sevmek bazı insanlarda "Ya ben kimim ki bu insan beni seviyor. Hadi sevsin de neden hemen seviyor? Bu kadar mı değersiz genleri var(!)" düşüncesine yol açabilir. O yüzden birbirinden hoşlanan iki insan en azından öpüşene kadar bulundukları arkadaş grubunun kurallarına göre oynamak zorundadırlar. Başbaşa bir yere çekilmemişlerdir, çünkü daha öpüşmemişlerdir, gruba uymak zorundalar. Neyse, aceleci davranıp duygularımı açtığım her seferindeyse hep bir terslik olur. Ya karşımdaki "bu fazla bağlandı bana, geç olmadan bu işi bitirelim" der ve aslında güzel giden bir ilişkiyi bitirmiş oluruz. Ya da "aşık lan bu andaval bana, heh heh heh" şeklinde sinsi düşüncelerle beni parmağında oynatır. Ya da aldığın riske değer ve "evet lan, ben de bu çocuğu seviyorum" diyerek daha güzel yerlere seyahat edersiniz.

Bu son söylediğimden bile daha güzel bir ilişki yaşadım ben sevgili günlük. Nasıl mı? İki tarafın da bir şeyler söylemesine gerek kalmadı. Birbirimizi çok iyi anladık. Hatta kendisine de aynı şeyi dedim "Uzun zamandır (belki de ilk defa) karşımdakiyle aynı şeyleri hissettiğime eminim. Ve bu beni çok mutlu ediyor." İşin garip tarafı bu noktaya sadece bir hafta içinde ulaştık. Bunu paylaştığım götveren bir arkadaşım "Bu da gelir, bu da geçer muradım" dedi. Kendisi bir gece kulübünde "şu kıza mı yazsam yoksa ötekine mi yazsam lan" diye arada kalmıştı. Sonra mesafe olarak daha yakındakine gitti ve o kızla iki senelik bir ilişki yaşadı. Bu adam bana tavsiyeler veriyor. Bu adamın tavsiyesini dinler miyim ben şimdi? Üşengeç, pis herif.

Üzücü kısmı ise "Bu kızı belki bir defa daha göreceğim. Sonra hiç görmeyeceğim" sendromuna yakalanmış olmam. Gerçekten de doğru. Zaten dün adamakıllı vedalaşamadık.

Neyse bunlar hüzünlü şeyler, öpüyorum herkesi

18 Temmuz 2013 Perşembe

Horon

Geçen yine çok ilginç bir rüya gördüm. Rüyamda Karadeniz'in bir beldesindeyim. Bunu biliyorum çünkü Karadeniz'e hiç gitmedim. Ben çünkü Karadeniz'e gitmiş olsam bile hatırlamazdım, hatırlasam dahi emin olamazdım. Kendimden hiç emin değilim, ve bu beni çok üzüyor. Öyle ilginç bir hafıza sistemiyle çalışıyorum. Neyse ki rüyamda eminim. Bir de sürekli çay içiyorum (Kafamdaki Karadeniz böyle bir şey), bu yüzden uyum sağlarım diye düşünüyorum.

Neyse hacı, üzerimde yöresel kıyafetler var. Çevreme bakıyorum yine yöresel kıyafetli bir kaç tip görüyorum. Herhalde bunlar benim arkadaşlarım diye yöneliyorum. Eğer arkadaşlarımlarsa beraber bir çay patlatırız hoş olur diye düşünüyorum. Gidiyorum yanlarına "Ooo Muradım, nasılsın?" diyor. "İyiyim, Abim?" diyorum adamın adını bilmediğimden dolayı. Durup dururken abimli kardeşimli samimiyete girdik iyi mi? "Burada amman diyim Gezi muhabbeti yapma, götünden kan alırlar. Kan tahlili yaparlar, ARh+ çıkarsa döverler" dedi. ARh+ benim kan grubum. Nasıl bir belde bu?
"Abi yöreselleri evde unutmuşum, senden muska
ötekinden bıçak, zincir falan bir şekilde idare edin"

Biraz muhabbet ediyoruz, ben ekip olarak horoncu olduğumuzu öğreniyorum. Horon da o kadar iyiyiz ki, bizi sağa sola horon tepmeye çağırıyorlar. Mesleki başarıya her zaman saygı duyarım, ama horonda solo albüm çıkaramazsın ki. Ekip olarak anılmak zorundasın. Tek kişilik horon düşünsene, gangnam style gibi bir şey. "Mesleğiniz?" "Horon".

Neyse düğün başlıyor, biz de horon şova başlıyoruz. Allahım bu nasıl bir titreme, 5 dakikada terden sırılsıklam oldum. Derken hacılar, karşımıza başka bir horon ekibi çıktı. Bunlar da horon deyince akla ilk gelen isimlerden. Biz duruyoruz ve onlar tepinmeye başlıyorlar. Sonra biz başlıyoruz, onlar duruyorlar. Karşılıklı bir kapışma durumu oluşuyor yani. Nasıl gergin ortam. Götüm terliyor, ama birbirimize horon diss atmaya devam ediyoruz. Resmen rap savaşı gibi. Neyse sonra oradan bir jüri geliyor. Ödülü götürüp kemençeye veriyor. Zaten biz hızlı horon tepecez diye kemençeci sınırlarını aşmış. Haketmiş yani ödülü

17 Temmuz 2013 Çarşamba

İkoncan

Geçen yazıda Marilyn Monroe fotoğrafı kullandım ya. Kafama takıldı lan. Bir alfa kadınına örnek düşünürken şak diye aklıma o geldi. Neden? Bence ikonların var olma nedeni bu. Kaç kere "Mercedes abi, çok kaliteli araba" dedim. Ama arabadan gram anlıyorsam arap olayım. Eleştiriye açık değil ya "Evet abi, adamlar araba yapmayı seviyorlar. Sevdiğin işi yaparsan her zaman başarılı olursun" şeklinde onaylamalı sıkıcı sohbetlere yol açıyor.

Niye aynı fikirde olmak zorundayız? İkonlar bizi bu ortak noktaya sürükleyen şeylerden biri. "Marilyn Monroe çok şahane kadın abi" "E, ona itirazımız yok zaten!!!"

Siya siyabend sokağa çıkmıştı bugün. Onları dinledik canlı kanlı. Arkadaşın evindeyim şimdi, bohemliğe gel. Birazdan bir çay sigara patlatırım bu çok anlamlı ve her kelimesi ciddi okunması gereken yazıyı yazarken. Bohemliğe gel. Topla gel.
Ulan, ne adamsın

Beni sıkıntıya sokan şeylerin üzerine doğru yürümek gibi kaygı içerisindeyim sürekli. Kendim hakkında farkettiğim bir şeyi hemen tespit edip onunla dalga geçersem dünyanın belki de en mutlu insanı olurmuşum gibi geliyor. Bu da mı survival? Bence düşünmek çok kolay değil. O yüzden saatlerce kafanıza, dilinize şarkı takılıyor. Bu bence uyuşturucudan daha tehlikeli bir şey. Yıllarca yürüdüm bu keşiş yollarında. Türlü oruçlar tuttum, türlü meditasyonlar yaptım. En sonunda Ulu Bilge'nin yanına gittim. Baktım bir takılmacadır dönüyor. "Hayret" dedim "Ulu Bilge, sen güldüren içer miydin?" "Ey evlat , hayat kafanın içinde dolanan şarkıya benzer. Şarkının kalitesi Serdar Ortaç dahi olsa bu önemli değildir. Şarkı dönmesi bence olayı bitirmiştir. O ne ya sabahtan beri 'Ah mamu mamu mamu, beyaz güller kurudu, mamu.' Kafamız sikilmedi mi? Bence sikildi. Ey, oğul. Kafana bir şarkı takıldıysa bunun en iyi çözümü o şarkıyı dinlemektir. Aç bir siya siya neşemizi bulalım" demez mi? Ulu Bilge de bozdu kendisini. Yalnız mal iyiymiş.

Saçma sapan şeyler hakkında Kamu Spotu çekmek istiyorum. Mesela "Akşamdan Kalma'lar için tavsiyeler" şeklinde. Ve bunu komik bir dille yapmak istiyorum. İlgilenen arkadaşlar varsa bu geyikli makaralı videoları çekmek için insan arıyorum.

O değil de yıllar önce kuponla cep telefonu almıştı abim. Yıllar önce dediğim 10-12 yıl önce. Telefonun çok komik bir özelliği vardı. Cevapsız arama varsa sana şunu diyordu "Çağrı Var. Tamam mı? Tamam." Tamam demekten başka bir şey diyemiyorsun. Çağrı'nın kimden geldiğini de söylemiyor. Çok komik bir özellik lan. Bu kadar işe yaramayan bir teknoloji yok. Birinin aradığını bilmen önemli ama onun kim olduğunu bilmen o kadar önemli değil. Çok ilginç kafalar. Ulan sinirlerim bozuldu, hala gülüyorum.

Artık bazı insanlar için "Keşke direnişte tanışsaydık!" diyorum.


15 Temmuz 2013 Pazartesi

Flash Oyun

Saatlerce sikimsonik flash oyunlar oynuyorum. Neden? Çünkü beynimi uyuşturmayı çok seviyorum. Üretici olmamaktan dem vurup duruyorum ya, az önce milyonlarca şey ürettim. Nasıl mı? Gel sana sırrımı anlatayım...

Murat'ın büyük sırrı için tıklayın.

...

Ahaha, evet lan otuzbir çekmekten bahsediyorum. Yoksa Schweinsteiger ile görüşmüyorum. En son 50 lira borç taktım adama, arayamıyorum o yüzden.

Neyse, erkeğin günde bir kaç kere milyonlarca sperm hücresi üretme potansiyeli gerçekten çok şaşırtıcı. İşin zevk kısmını bir kenara bırakıp düşünelim. Günde 5 milyon sağlıklı sperm hücresi üretebiliyoruz varsayalım. Şimdi yılın her günü sperm ürettiğimizi düşünelim (Evet cumaları da... Bilim için bunu yapmalıyız. Bazı liseliler hali hazırda bunu yapıyor, ama bilim için değil. Tamamen yaz geldi hormonlar coştu kafası). Yılda 1.5 milyar sperm hücresi yapar. Dünyada hamileliğe elverişli 3 milyar kadın olduğunu varsayalım ve her bir hücremizi onları döllemek (hepimizin anaları bacıları hariç) için kullanabileceğimizi düşünelim (Atıyorum, adamın biri öyle bir evrimleşmişki gaz olarak attırıyor ve seni hava yoluyla dölleyebiliyor. Öfff, hapşırarak doğuruyorsun düşünsene).

"Ben genlerimi sokakta bulmadım"
Bu hesaplar diyor ki bir erkek, sadece bir erkek, iki sene içerisinde dünyadaki bütün kadınları dölleyebilir.

Vov, bunu bir sindirelim.

Bu yüzden erkek, doğası gereği tek eşli değildir. Yani 5 milyon tane çoğalmak isteyen hücre var içinde ve "Çocuklar bu heveslendiğiniz insan benim baldızım, onu dölleyemeyiz." desen de hormonlar kontrolü ele geçirebiliyor. Genlerini aktarmak istiyor bünye. (Genlerini aktarmak diyorsak, içgüdüsel olarak. Yoksa korunun lütfen, genlerinizi sağa sola sıçratmayın) Bünye ne bu durumda gerçi bilmiyorum. Erkek günün her saati genlerini aktarmaya hazır bir altyapıyla çalıştığı için seçiciliği kadın kadar büyük değil. En seçici erkek bile şöyle hokkalı bir sekse hayır diyemez.

Şimdi gelelim yavşaklık ve abazalık mevzusuna. Tipine bakmaksızın çok fazla kadınla sevişmek isteyen erkek seçicilik nedir bilmez. Yani normal bir insan şunu derken "Genlerimi öyle herkese aktarmayayım, benim genlerime yakışacak genleri olan insanları tercih edeyim" Bu zıvanadan çıkmış abaza "Genlerimi aktarayım" diyor. Tabii bunu bu kadar bilimsel demiyor. "Sikişek?" şeklinde olabilir, tam bilemiyorum.
"Ne çok gen dedin bre"

Kadın da haliyle uzaklaşıyor bu tipten. Sağa sola gen fışkırtan bir adam demekki değersiz genlere sahip. Genleri konusunda kendini umutsuz hissediyor. Dünyanın en kötü genlerini aldığını düşünüyor, ama hayatta kalma içgüdüsü onu bu boktan genleri yaymaya itiyor. Yine içgüdüsel olarak ortama bir kız gelince ani bir yavşaklığa bürünen erkeğin diğer erkeklere yaptığı bana çok ayıp geliyor. Şöyleki: hayatta kalma içgüdüsü. Eğer bu yavşak, benim arkadaşlığımı hiçe sayarak ortamdaki kıza asılmak için her türlü taklayı atıyorsa altmetinde şunu demek istiyordur "Beyler hayatta kalma içgüdüm bana çoğalmamı söylüyor, eminim sizinki de söylüyordur. Ama ben sizin hayatta kalma içgüdünüzü zerre umursamıyorum. Yani türünüzü devam ettiriyor musunuz, soyunuz mu kurudu, ben önce kendi dalgama bakarım hacı. O yüzden ne yapıp edip bu hatunu tavlamam lazım." O yüzden erkekler yavşak erkeklerden uzak durmaya meyillidirler.

Öte yandan, bu survival içgüdülerine bu kadar teslimiyetçi kertenkele beyinleriyle hareket edenleri kıskanıyorum. Çünkü yeri geldiğinde lazım oluyor bu koduğumun özelliği. Gerçi hala bu tarz vahşi insanlar var olduğu için lazım oluyor, ama gen aktarma yarışında herifler kaybedecek gibi durmuyor.

1.5 ayda neler olmuyor?

Acayip rahatladım ha yazınca. Yaratıcı bir şey yapmamaktan dem vuruyorum sürekli. Haksız değilim, son 1-2 aydır tüketiciliğin dibine vurdum. Yeme içme tüketimini bir kenara bırak, beyin olarak da sürekli tüketiyorum. Sosyal ağ takip etmek yalnızlığınızı elinizden alan bir şey. Ama iyi anlamda demiyorum yanlış anlamayın. Sürekli "bakayım sanal hayatımda değişen bir şey var mı?" diye ağınızı kontrol etmek şuna benziyor: Bugüne kadar tanıştığın bütün insanlarla toplanmışsın, sürekli bir şeyler söylüyorlar, birilerini dinlemeye çalışıyorsun, dinlemek için gayret ediyorsun, bir noktadan sonra dinliyormuş gibi yapıyorsun uygun yerlerde onaylıyorsun "Aynen abi doğru diyorsun" falan demeye başlıyorsun. Böyle yapınca, sen bir şeyler anlatmaya çalıştığında insanların seni siklemeyerek dinlediğinin az çok farkındasın. O yüzden bir şey söylemeyip sadece dinlemeye başlıyorsun. N'oldu? Tüketici oldun, afferin. Gezide biraz iyiydi, hepimiz birbirimizi dinliyorduk ama aynı uyuşturucu etkisini geri kazanmaya başladı sosyal ağlar.

...

Sen üç noktayı nasıl okuyorsun? İçinden "mır mır mır hepimiz hım hım sosyal ağlaaar üç nokta" şeklinde belirtiyor musun? Ben mesela derin bir nefes alıyorum üç noktada. Senin haberin yok ama yukarıdaki üç noktada ben yemek yedim, sıçtım, belki biraz kestirdim. Toplum mühendisliği öbeğine takıldım mesela şu anda. Demokrasiden daha düzgün bir yönetim şekli bilmiyoruz diyor insanlar. Bence kassak yaparız ya.

...

  İyi Polis                                                     Kötü Polis                                                      Cem Karaca












BirGün gazetesine "yakala oğlum" manşetinden dolayı dava açılmış. Bu benim aklıma şunu getirdi: Köpekler yönetimi ele geçirirse nasıl olur? Bence on bin senedir onları evcil hayvan olarak kullanmamıza çok barışçıl yaklaşacaklar başta. "Bizi her boka koşturdunuz, şimdi sıra sizde demeyeceğiz, köpek kardeşlerimize de insan kardeşlerimize de kucağımızı açacağız. Biz mağdurluğun ne demek olduğunu çok iyi biliriz" diye barışçılımtrak konuşacaklar. İlk birkaç sene iyi anlaşacağız ama ufak ufak devletin organlarına çökmeye başlayacaklar. Sağda solda götümüzü koklayan köpeklere dava açtığımızda "Canım n'olmuş kokladıysa, seni tanımak istiyor" diyecekler, sineye çekeceğiz. Sonra ufak ufak ısırmalar gelecek "Köpek kardeşimize en doğal hakkı olan gece 4te havlamayı çok gördüler. Bırakın onlar yerden taş alma hareketi yapsınlar, biz metanetimizi koruyalım köpek kardeşlerim" şeklinde ötekileştirmeler falan başlayacak. Her yere kocaman köpek kulübeleri yaptıracaklar. Yeşil alanları bir bir işeyip sıçarak kendilerine işaretleyecekler, biz girmeye çalıştığımızda saldıracaklar "Bizim mağdur köpeğimiz kendisi için ufacık bir yeşil alanı işaretlemiş. Oraya gireni ısırmak onun vatani görevidir. Kusura bakmayın kardeşlerim ama bu saatten sonra göt koklamak kesmez" Sonra biz ufak ufak isyan edicez, ondan sonra "onbin senedir bize yaptıklarını unutmayın kardeşlerim. Biz onları çok iyi biliriz, çok iyi biliriz, iyi biliriiiiz" falan diyecekler. Japonya'ya dava açmak isteyecekler "Orada köpek kardeşlerimizi yiyorlar. Bu yamyamlıktan başka bir şey değil. Bu bir soykırım" diye Dünya'nın geri kalanıyla bizi papaz edecekler. "Yav bir durun celallenmeyin" dediğimizde bizi köpek düşmanı ilan edecekler. Arkadaşın köpeği Lukas'la münakaşaya giricem "Ben de yeri geldiğinde göt kokluyorum, ama sizin yaptığınız düpedüz hayvanlık" diyeceğim. Lukas küsecek falan. Ölme eşşeğim ölme, en iyisi evcil hayvan olarak kalsınlar.
%80'lere vurmuş lan, taşşağa gel

Bunu da "Bize köpek diyorlar" şeklinde hakaret algılayanın yüzüne osurayım. Siz ciddi oldukça üzerinizden geçebilecek taşşak potansiyeli katlanarak artıyor (Taşşak Geçilme Potansiyeli Katsayısı = 
). İnsanoğlu yavşak yavşak espriler yapmaya devam ettikçe dünyanın bir yerlerinde hep bir taşşak geçilecek. Siz, siz olun bu taşşaklara ciddi cevaplar vererek köprü olmayın.

1,5 Aydır Neler Oluyor?

Olm lan, aslında baya eğlenceli şeyler yazmışım, niye uyarmıyorsun? Özellikle gezi olayları patlak vermeden önce biber gazının aşırı kullanımına vurgu yapmaktan gurur duydum.

Geziye değiniriz, o önemli değil. Sadece defalarca söylenen şeyleri söylemek istemiyorum. Çok fazla şey yazılıp çizildi bu konuda ama bir kaç tane güzel enstantaneden bahsetmek istiyorum...

Google'a AVM yazınca bu çıkıyor
Direnişin en güzel zamanları. İçindeyiz yani mevzunun. Hippi bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Kendisi gece nöbetçisi, yani sabahları uyuyor "Sabah biber gazı atıldığında uyumak çok güzel" diye bir şey söyledi. "Biraz süt döküyorsun, takıyorsun deniz gözlüğünü, maskeni, misler gibi uyuyorsun"

Cihangirde bir arkadaşın evine gittik, burası oyunlardaki safehouse gibi bir şey. Kafalar rahat. Direnişten yorulanlar şarj olmaya, save etmeye geliyorlar. Herkes sağdan soldan, 5-6 kişilik bir ekip sohbet ediyoruz. Dediğim gibi defalarca yazılıp çizilen şeyleri ilk defa dile getirdiğimiz zamanlar. "Keşke bütün dünya buna inansa, böyle paylaşım içinde yaşasak" dedi Hippi. Samuray bir arkadaş var yanımızda. Samuray gerçekten muhabbetin duygusallığına girmeyen tek kişi oldu. Biz hepimiz "evet ya bütün dünya inansa keşke, negzel olur" diye konuşurken Samuray "Tsk, Pasifiği geçmez" dedi. Lan sanki ölümcül bir virüsten bahsediyoruz. Bu lafın üstüne gerçekten çok güldük. Bizi duygusallıktan arınmış harmanlı geyiğe davet etti. (çünkü duygusal konuşmalar illaki bir yerde kendini hükümete karşı kızgınlığa bırakıyordu. Jedi Konsey kurucusu, senato MYK üyesi, ve Cumhuriyet başdanışmanlığı odalar birliği (CBOB) başkanı Yoda'nın bir lafını hatırlatmak istiyorum buradan "Fear leads to anger; anger leads to hate; hate leads to suffering." Uğradığımız haksızlıkları düşünmeden direnmek en güzeliydi.) Samuray yine çok güzel bir tespit yaptı. "Ulan" dedi "Biz şimdi direniyoruz ama, bu piçler yeraltından bir mekanizma falan yapıyor olmasınlar. Bir gün ansızın GRRRRNNNN diye alttan çıkarmasınlar AVM'yi. Alın direnin çatıda amk demesinler. Göt gibi kalırız vallaha" dedi. Anlayacağınız üzere samuray yine yaptı yapacağını.

Olm dikkatim dağılıyor ya, yine yazarım bir ara bir şeyler. Ayıptır söylemesi akşamdan kalmayım da biraz (Tüü, yezid seni, oruç ayında) Oruç deyince aklıma geldi. Geçen bir kızla tanıştım (daha 17) "Bu oruç şeyi ne zaman bitecek?" dedi. Aldım karşıma anlattım 3 aylar nedir, kandiller, bayramlar vs.

Neyse öpüyorum