Sene 1935, Atatürk çocukları almış 23 nisanda onlarla sohbet
ediyor. Güzel bir gelenek takdir ediyorum ama sıkıcı da bir yandan. “Ne
yapmalıyız?” diyorsun, “küçüklerimizi sevelim, büyüklerimizi dinleyelim,
çevremizi koruyalım, kuzuları öpelim” diyorlar. Andımız yani bir anlamda. Çok canım
sıkıldı ve sigaraya çıkacağım ama sigaram yok. Usulca yanaşıyorum Atatürk’e
“paşam bir dal bağlayacak mısın?” diye. “Yok bende de sigara” diyor. Geçen
doktorunla görüştüm 4 paket sigara içen adamda sigara biter mi? Demeye götüm el
vermedi açıkçası ama yok dedi sonuçta. Bence dün akşam biraz moralini bozdum.
Hop flashback
Hep beraber rakı içmeye gitmişiz. Çakırkeyiflik güzel,
makara muhabbet ama bir ara “paşam sen bu gidişle siroz olursun, maşallah iyi
içiyorsun” dedim. Bir bozuldu zaten orada. Konular ciddileşti, her zamanki gibi.
Baktım ülke sorunlarında açıldı yine mevzu. İçki masasında en sevmediğim şey
“türkiyenin dış borcu ne kadar? 300 milyar dolar. E peki bor madenlerinin
değeri ne kadar? 400 milyar dolar. O halde?” şeklinde retorik muhabbetler hiç
sarmaz beni. İtalya etiyopyayı işgal etmiş duydunuz mu diyorum, “meclise kadın
milletvekilleri aldık” diyor. “geçenlerde elvis presley doğmuş” diyorum.
“türk-sovyet dostluk antlaşmasını yenilememiz lazım” diyor. En sonunda
sinirlendim, “Ya paşam, dedim, memleketi siz mi kurtaracaksınız?” Ortam bir
soğudu. Damat Ferit Paşa koluma girdi “sen iyi içtin galiba, gel seni evine götüreyim”
dedi. En son “sarhoş değilim ben” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Sonra
uyanmışım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder