“Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacaktır.” Andy
Warhol.
“Herkes en az 15 ünlüyle tanışacaktır.” Murat Gençoğlu
Hayatımdaki ünlü sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Arayıp
“Vay, baboli n’aber?” dediğim bir ünlü yok henüz. Ama yakın zamanda bu ünlünün
Erman Toroğlu olmasından korkuyorum. Anlatayım.
Her şey yaklaşık bir yıl önce başladı. Soğuk bir kış
gecesiydi gerçekten de. Nevizade’de hafif içmenin arkasından şampiyon kokoreçe akmışız.
Kokoreçlerimizi beklerken karşı masaya Erman (aramızdaki samimiyete dayanarak)
ve arkadaşları geldiler. Bizim için sadece komik bir enstantaneydi. “Oynat
uğurcum” gibi o gürültüde duyamayacağı ama bir sessizlik çökse net bir şekilde
duyacağı bir desibelde dalgamızı da geçtik. Eğlendik. Lakin bunun “öff erman da
mı burada?” noktasına geleceğini nereden tahmin edebilirdim?
Yaklaşık 6 ay sonra yine karşılaştık. Bu sefer yanımda
taşkınlık yapabileceğim arkadaşlarım olmadığı için etrafında hiç şımarmadım. Sessiz
sedasız biramı yudumladım, ondan tarafa hiç bakmadım. Nasıl olsa daha önce
gördüğüm bir ünlüydü. Onunla fotoğraf çektiren insanlara acıyan gözlerle
baktım. “Hayatınızda Erman Toroğlu mu görmediniz? Hıh, görgüsüzler” anlamına
gelen gözlerdi bunlar. Biramı dipleyip Erman Toroğlu’nun varlığının bir neşe
kaynağı olduğu bu ucuz bardan uzaklaştım.
Bundan sonraki karşılaşmalarımız iki haftada bir
denilebilecek bir sıklığa erişti. Gittiğim her yerdeydi neredeyse; dürümcüde,
çaycıda, kitapçıda vs. Artık o da beni ufak ufak tanımaya başlamıştı. Bir ünlü
için ünlü olmaktı benim yaşadığım. Birkaç defa ufak kafa hareketiyle
selamlaştık. Ama bundan hemen vazgeçtik. Birbirimize o kadar çok aşina olmaya
başladık ki, birbirimizi görmezden gelmeyi daha iyi becerir hale geldik. Ben “Ulan
sanki adamı takip eden sapık hayranı zannedecek beni” diye düşünürken
tahminimce Erman da “Ulan bu beni takip eden sapık bir hayran mı?” diye
düşünüyordu. Birbirinden kaçmaya çalışan aşıklar gibiydik. Paparrizelere
yakalanmamak için barlara ayrı girip ayrı çıkıyorduk.
"Gene mi sen?!" |
Bu sürekli karşılaşmalarımız ne anlama geliyordu? Her
hikayede ana karakterin tanıştığı ve ona yol gösteren bir yaşlı bilge olurdu.
Bu yaşlı bilge genç kahramanımıza yol gösterir, onun yoldaşı, öğretmeni ve
güvenebileceği bir sığınak olurdu. Benim hamim, benim kollayıcım Erman Toroğlu
mu olacaktı? Neden? Neden Erman Toroğlu? İster istemez aklıma onun hırıltılı
sesiyle “Kadınlar futbola benzer evlat, bazen 22 adam peşinden koşar ama kimse
gol atamaz.” Şeklinde tavsiyeler verişi gözümde canlanıyor.
Her karşılaşmamızda illaki ondan imza isteyen, onunla fotoğraf
çekinmek isteyen birileri oluyordu. Ve ben kaçınılmaz sonumun orada yattığını
biliyordum. Erman Toroğlu’yla tanışmak zorundaydım. Hatta ondan fotoğraf imza
falan istersem bu işi kökünden halledebileceğimi hissedebiliyordum. Kurtuluşum
orada yatıyordu. Bu kararı verdikten sonra en zor kısma geldim. Beklemek.
Aradan uzunca bir süre geçti. Her şey çok güzel gidiyordu ve
Erman Toroğlu olayını tamamen unutmuştum. Artık bitti sanırım diye düşünme
gafletine düşmüştüm. Ta ki o mel’un güne kadar...
Her zamanki gibi oturduğum bara kabus gibi çöktü Erman.
Hazırlıksız yakalanmıştım ama korkup kaçacak değildim. Kısa ve sert bir tonda “Bir
fotoğraf çekinelim mi?” dedim. O da bu kabusun bitmesini istiyordu anlaşılan. “Tamam.”
Fotoğrafı görmeliydiniz. Hem rahatsız hem de huzurluyduk. Daha sonra barda
oturan eski sevgilimi gördüm. İncecik kıvrılan tebessümü “Hani nerede o entel
adam?” der gibiydi. Öyle ya, uzun ve yorucu bir çarpışmadan çıkmış bir savaşçı
gibiydim. Kitaplardan öğrendiğim gibi omuz silkmekle yetindim.