10 Şubat 2014 Pazartesi

Erman Toroğlu

“Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacaktır.” Andy Warhol.

“Herkes en az 15 ünlüyle tanışacaktır.” Murat Gençoğlu

Hayatımdaki ünlü sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Arayıp “Vay, baboli n’aber?” dediğim bir ünlü yok henüz. Ama yakın zamanda bu ünlünün Erman Toroğlu olmasından korkuyorum. Anlatayım.

Her şey yaklaşık bir yıl önce başladı. Soğuk bir kış gecesiydi gerçekten de. Nevizade’de hafif içmenin  arkasından şampiyon kokoreçe akmışız. Kokoreçlerimizi beklerken karşı masaya Erman (aramızdaki samimiyete dayanarak) ve arkadaşları geldiler. Bizim için sadece komik bir enstantaneydi. “Oynat uğurcum” gibi o gürültüde duyamayacağı ama bir sessizlik çökse net bir şekilde duyacağı bir desibelde dalgamızı da geçtik. Eğlendik. Lakin bunun “öff erman da mı burada?” noktasına geleceğini nereden tahmin edebilirdim?

Yaklaşık 6 ay sonra yine karşılaştık. Bu sefer yanımda taşkınlık yapabileceğim arkadaşlarım olmadığı için etrafında hiç şımarmadım. Sessiz sedasız biramı yudumladım, ondan tarafa hiç bakmadım. Nasıl olsa daha önce gördüğüm bir ünlüydü. Onunla fotoğraf çektiren insanlara acıyan gözlerle baktım. “Hayatınızda Erman Toroğlu mu görmediniz? Hıh, görgüsüzler” anlamına gelen gözlerdi bunlar. Biramı dipleyip Erman Toroğlu’nun varlığının bir neşe kaynağı olduğu bu ucuz bardan uzaklaştım.

Bundan sonraki karşılaşmalarımız iki haftada bir denilebilecek bir sıklığa erişti. Gittiğim her yerdeydi neredeyse; dürümcüde, çaycıda, kitapçıda vs. Artık o da beni ufak ufak tanımaya başlamıştı. Bir ünlü için ünlü olmaktı benim yaşadığım. Birkaç defa ufak kafa hareketiyle selamlaştık. Ama bundan hemen vazgeçtik. Birbirimize o kadar çok aşina olmaya başladık ki, birbirimizi görmezden gelmeyi daha iyi becerir hale geldik. Ben “Ulan sanki adamı takip eden sapık hayranı zannedecek beni” diye düşünürken tahminimce Erman da “Ulan bu beni takip eden sapık bir hayran mı?” diye düşünüyordu. Birbirinden kaçmaya çalışan aşıklar gibiydik. Paparrizelere yakalanmamak için barlara ayrı girip ayrı çıkıyorduk.

"Gene mi sen?!"


Bu sürekli karşılaşmalarımız ne anlama geliyordu? Her hikayede ana karakterin tanıştığı ve ona yol gösteren bir yaşlı bilge olurdu. Bu yaşlı bilge genç kahramanımıza yol gösterir, onun yoldaşı, öğretmeni ve güvenebileceği bir sığınak olurdu. Benim hamim, benim kollayıcım Erman Toroğlu mu olacaktı? Neden? Neden Erman Toroğlu? İster istemez aklıma onun hırıltılı sesiyle “Kadınlar futbola benzer evlat, bazen 22 adam peşinden koşar ama kimse gol atamaz.” Şeklinde tavsiyeler verişi gözümde canlanıyor.

Her karşılaşmamızda illaki ondan imza isteyen, onunla fotoğraf çekinmek isteyen birileri oluyordu. Ve ben kaçınılmaz sonumun orada yattığını biliyordum. Erman Toroğlu’yla tanışmak zorundaydım. Hatta ondan fotoğraf imza falan istersem bu işi kökünden halledebileceğimi hissedebiliyordum. Kurtuluşum orada yatıyordu. Bu kararı verdikten sonra en zor kısma geldim. Beklemek.

Aradan uzunca bir süre geçti. Her şey çok güzel gidiyordu ve Erman Toroğlu olayını tamamen unutmuştum. Artık bitti sanırım diye düşünme gafletine düşmüştüm. Ta ki o mel’un güne kadar...

Her zamanki gibi oturduğum bara kabus gibi çöktü Erman. Hazırlıksız yakalanmıştım ama korkup kaçacak değildim. Kısa ve sert bir tonda “Bir fotoğraf çekinelim mi?” dedim. O da bu kabusun bitmesini istiyordu anlaşılan. “Tamam.” Fotoğrafı görmeliydiniz. Hem rahatsız hem de huzurluyduk. Daha sonra barda oturan eski sevgilimi gördüm. İncecik kıvrılan tebessümü “Hani nerede o entel adam?” der gibiydi. Öyle ya, uzun ve yorucu bir çarpışmadan çıkmış bir savaşçı gibiydim. Kitaplardan öğrendiğim gibi omuz silkmekle yetindim. 

3 Şubat 2014 Pazartesi

Moral Bozukluğu ve 31

Bugün akıllı telefonumu kurcalarken başıma çok acayip bir şey geldi sevgili okur. Abim madden zengin ve abiliği pahalı oyuncak almak zanneden biri olduğu için bana az kullanılmış bir iphone 5 hediye etti. Ben de yaklaşık 5 senedir uzaktan izlediğim bu akıllı telefonlardan biriyle başbaşa kalmış bulundum. Başlarda fazla konuşmadık, merhaba merhabalaştık sadece. O biri aramışsa söylüyordu, ben de kısa bir teşekkür edasında onu hemen cebime koyuyordum. Henüz bu telefonu masaya koyma kültürünü bile edinmemiştim. Eski tuşlu telefonumdan gizliden gizliye utanıyor muydum neydim?

Eski telefonum aptaldı belki evet, ama mutluyduk beraber. İhtiyaçları çok azdı (haftada bir şarj ediyordum) ve hayvanlar gibi sevişiyorduk (tuşlu telefonla mesaj yazmanın çile olduğunu söyleyen, kadim güçler tarafından gönderilmiş kitapları okuyan, okurlarımız bilir. Teknolojinin orta çağı diye geçen, 160 karakter başına 2 kontör cezalandırılan bu nesil, teknolojiyi övmeyi kendisine bir borç bilir). Bu yeni telefon ise sanki victoria’s secret mankeniymişçesine izlenilmeyi arzu ediyor, ufak okşayışlarla ruhu şaad olsun istiyordu.

Kadim dostlarımdan birine başvurdum. Kendisi yaklaşık 4 senedir bu ve benzeri telefonlarla çıkmış, ayrılmış veya onları kırmıştır. Bu serüven dolu geçmişinden edindiği tecrübelerle,  telefonumla aramdaki soğukluğu aşmada bana yardımcı olması için kendisini ikna ettim. Bana bir takım çok güzel aplikasyonlar yükletti. Tinder adındaki bir tanesi: yakınınızda bulunan ve tanımadığınız kadınları anonim olarak beğenmenizi sağlıyor, onlar da sizi beğenirse aranızda bir chat başlatıyor. Get down adındaki bir ötekisiyse: facebook’tan tanıdığınız, buluşmak ve sevişmek istediğiniz insanları yine anonim olarak belirtmenizi sağlıyor ve yine karşılık alırsanız ikinize birden “hadi sevişin” diye mesaj atıyor. Devletin “3 çocuk” adındaki bir uygulamasını ise pas geçtik.

İnsan arada bir canı sıkıldıkça bakıyor ve insanın sanki bir top model defilesinde jüriymişçesine seçicileşmesine neden oluyor. Sanki seçtikleri kadınlar tarih boyunca “dünyanın en güzel genleri” olarak anılacak. Böyle bir ciddiyete bürünmek içinse insan ister istemez o kadını ne kadar arzuladığını ölçerek bu işe giriyor. Zamanlamanın manidar olduğu bir şekilde, erkeklik organımı (yerini düzeltmek gibi masumane bir niyetle) okşarken pek de bilinçli olmadan bir yandan bu uygulamalara bir göz atıyorum. Arzularımı ölçmeye yarayan organımın ufak ufak kanlandığına şahit olmak beni şaşırtıyor. Bu güzellik yarışması jürisi işimi daha bir ciddiyetle yapmaya başlıyorum. Daha şiddetli bir şekilde arzularımı ölçmek için hızla masturbasyonun kapılarını aralıyorum. Çiftleşme arzusuyla yanıp tutuşan hormonlarım işini doğru düzgün yaparken bir anda korkuyla sarsılıyorum (!). Ya bir yerde gizli kamera varsa? Gerçekten varsa ve karanlık güçler tarafından bana şantaj yapılacaksa bu konuda, tez elden yapsınlar. Yıllar sonra ben unutmuşken değil, bu utancı hala taşıyorken yapsınlar.

Efendim iki saniye düşünün, bu pozisyonda sizi izliyor dünya. Bana “sen de ne hayvamışsın arkadaş” demeyi bitirdiyseniz, samimi bir şekilde bu pozisyonda düşünün kendinizi. İçinizde barındırdığınız bu hayvanla ne kadar barışık olduğunuzla ters orantılı olarak utanacaksınız. Ama inanın ben bu durumdan utanmayacak insan evladı bilmiyorum. Cinselliğimizi özgürce yaşayamamıza sebep olanlara lanet olsun.