Bugün feribottaydım. Boş zamanlarımda feribota binmeyi
severim. Ağabeyimle favori oyunumuzu oynuyorduk. Oyunun adı “bir şeyleri kadına
benzetme” idi. Mesela ben “otobüs kadına benzer, aniden kalkınca bir yerlerine
tutunmak istersin” diyorum. O da “küçük çay bardağı kadına benzer, öyle bir
tınısı var” şeklinde cevap veriyor. Bazen tam tersi olan “kadınları bir şeye
benzetme” adındaki oyunu oynuyoruz. Mesela “kadınlar buluta benzer, iki tanesi bir
araya gelince fırtınalar kopar” diyorum. O da “kadınlar basketbola benzer,
çünkü ikisini de çok seviyorum” şeklinde cevap veriyor. Gördüğünüz gibi abim
tam bir embesil. Hiç güzel oynayamıyor oyunu. Hem bu yüzden hem de kadını daha
fazla metalaştırmamak adına oyunu bırakıyoruz.
Martıları simite alıştıran güzide halkımızın bir bireyini iş
üzerinde yakalıyoruz. Martı doyurmanın neden keyif verdiğini tekrar
anlamıyorum. Adama bakıyorum, keyif alıyor evet. Martılara bakıyorum bir skim
anlamıyorum. Bir değişiklik, bir haz gelsin mevzuya diye adama gidip diyorum ki
“Abi elden yedirsene hayvanları.” Yüzüme şaşırarak bakıyor “ısırırlar,
korkarım” diyor. Ben adama arkadan yaklaşıyorum. Elimi elinin üstüne koyuyorum
“korkacak bir şey yok” diye kulağına fısıldıyorum. Korkacak bir şey olmadığını
gösteriyorum ve ilk martı gelip simidi elinden alıyor. Ne kadar mutlu olduğunu
görmeliydiniz.
|
Bu yakın seanstan sonra biz feribotun kantinine gidiyoruz.
Çaylarımızı yudumlarken “hangisi hangi
ülke?” tartışma panelimizle kantine bir renk getirmek istiyoruz. Bu oyun
çevremizdeki insanlara bakarak hangi ülkeye benzediklerini bulmak. Lakin
kantindeki insanların hepsi Türkiye resmen. Hani çok garip davranan birini
bulsak Japonya diyeceğiz. Ne bileyim, uzun saçlı metalci birini bulsak İsveç
diyeceğiz. En olmadı bir zenci olsa, bildiğimiz bir Afrika ülkesini söyleyip
eğleneceğiz. O da yok. Ucuz eğlencemize mani olmak isteyen dış mihraklar garip
insanların bota girişini engellemiş olmalı.
Bize eğlence haram galiba diye düşünüyoruz. Kantinden tekrar
güverteye çıkıyoruz. Güvertede akıl almaz bir martı yoğunluğu var. Geminin
kenarında değil, resmen başımızın üstünde uçuyorlar. Baktığımızda yaşlı teyze
ve amcalarıyla, fotoğraf çektiren gençleriyle, sağdan soldan herkesin,
martıları elden beslediğine şahit oluyoruz. Olanları farkettiğimde gözlerim
yaşlarla doluyor. Bir trend başlattım resmen. Kemik gözlüğü dünya üzerinde ilk
takan insanın neler hissettiğini anlar gibi oluyorum ufaktan. Ama gerçek bir
hipster’ın yapması gerektiği gibi hemen “martıyı elden besleme” modasından
soğuyorum. “Ya bu da çok mainstream oldu” diyorum abime.
Martıyı elden beslemeyi öğrettiğim adamı arıyor gözlerim.
Niyetim yakasına yapışıp “senin için hiç mi özel değildi yaşadıklarımız? Orospu
gibi herkese göstermişsin. Şimdi keyif aldığım bir hareketi senin yüzünden
yapamayacağım. Mainstream oldu diye yapamayacağım” diye haykırmak istiyorum.
Adamı bulamıyor gözlerim. Her taraf martı dolu. Bari sinirimi martılardan
çıkarayım diyorum ve bağırarak güvertede koşturuyorum “HAAAYYIIIIRR!”
Hayvanlar benden kaçarak etrafa dağılıyorlar. Ama çok
korktuklarından mıdır nedir, havalandıkları gibi patır patır güverteye sıçarak
uçuşuyorlar. Tüm martıyı elden besleyenler kuşların gazabına uğruyor (bir de
abim). Benden kaçtıkları için kuşlar, ben etkilenmiyorum bir tek. Resmen
Zeus’un tanrıcılık oynayan kullarını cezalandırmasına benzetiyorum sahneyi.
Mizanseni tamamlamak için parmağımı tehditkar bir şekilde savurarak “Elden
martı beslemek sadece benim işim, bunu bir kenara yazın!” diyorum.
Bu da böyle bir anımdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder