25 Ocak 2014 Cumartesi

Toledo Maymunu

İspanya’da bir başka efsanin daha peşinden koştum. Söylentiler doğruysa şimdiki maymunlardan biri insan olmuş ve bunu eski bir kent olan Toledo’nun eteklerinde küçük bir mahzende esir tutuyorlarmış. Dünyanın bağnazlıkla yönetilmesini kötü kalplerinin derinliklerinden isteyen dış mihraklar bu işin üzerinde olmalıydı, he, bir de kadim güçler.

Toledo inanılmaz turistik, küçük bir kasaba. Her gün binlerce dış mihrak şehri ziyaret edip milyonlarca kopyası olmasına rağmen bu şehrin fotoğraflarını çekmeye devam ediyor. Evrim ve din çatışmasına son getirecek böylesine önemli bir gelişmeyi korumak için seçilecek bir yere benzemiyor açıkçası. Ben de biraz şehri gezindikten, yerel yemeklerden ve şaraptan tattıktan sonra dünyayı değiştirecek araştırmama devam edebilirim diye düşünüyorum. Geyik etinden şahane bir yahni yedikten sonra keyifle biraz kitabımı okuyorum. Yemeğimi yedikten sonra söz konusu mahzene doğru yollanıyorum.

Şehrin arkasında yeşil bir yol dizayn edilmiş, turistlerden uzak doğayla iç içe ve sadece benimki gibi detaylı bir haritaya ve kartal gibi keskin gözlere sahip insanlar bu gizli mahzenin yerini bulabilir. Mahzenin kapısında “Dur yabancı! Buraya gelmek için türlü çileler atlattığının farkındayız. (Yok artık!) Son bir sınav daha kaldı. İçeride aradığın ganimeti korumakla görevli iki kişi ve önlerinde durdukları iki kapı var. Bir kapı seni ölüme götürecek tehlikelerle dolu, ötekiyse seni aradığın şeye götürecek yollarla. Biri sürekli yalan söyleyen, diğeri sürekli doğru söyleyen iki kardeşe doğru kapıyı anlamak için sorabilecek sadece bir sorun var. Hadi rasgele” yazıyor. Bu çok eski bir mantık sorusu ve sanırım cevabı biliyorum.

İçeri girdiğimde tam da kağıtta yazıldığı gibi bir manzarayla karşılaşıyorum. “N’aber?” diyorum ikisine birden. Şaşkınlıkla bakıyorlar. Hangisine sorduğumu anlamadılar ve bu sayede bir tane soru hakkımı harcamamış oldum. “Memleket neresi?” diye sordum bir tanesine. Yine anlamaz anlamaz baktı suratıma, sanırım Türkçe bilmiyorlar. Oysaki stv’den öğrendiğimiz kadarıyla dış mihraklar nereden geldiği belli olmayan bir aksanla da olsa Türkçe biliyor olmalıydı. Hemen seyahat defterime not aldım bunu. Şimdi İngilizce sorsam, onu da çok bilmiyor bu İspanyollar. Neyse, yanaştım bir tanesine “Lan, maymun nerede?” diye sordum. “Ebenin amında” diye cevap verdi. Heeh, hem yalancı hem küfürbaz olanını bulmuştum. “Lan oğlum hangi kapıda demek istiyorum” dedim. “Yenikapıda. Oldu mu?” diye bir de dalga geçti pezevenk. Yalan söylemenin sınırı yok zannediyorsun demek he. Dur şununla biraz eğleneyim. “Seni benden başka siken oldu mu?” diye sordum. Apışıp kaldı keriz. “Kardeşim kapıyla ilgili soru soracaksan sor, uğraştırma bizi.” Diye atarlandı. Sorduk da insani cevap mı aldık kardeşim? Aynısını bir de doğrucuya sordum “Bu soruya cevap vermek istemiyorum” dedi. Bu da cevap bulamadı ama akıllı çocukmuş bak. “Kardeşine onu benden başkasının sikip sikmediğini sorsam ne cevap verir?” diye sordum doğrucuya. “Gerçekten bilmiyorum” diye cevap verdi. “Ulan az önce verdiği cevabı duymadın mı?” diye sordum. “Duydum” diye cevap verdi. “Ee?” dedim. “Ne ee?” diye cevap verdi. Bu adam doğrucu olduğu kadar gerizekalıydı. Tamam dürüstlük önemli bir erdem ama aptal insanlarla vakit kaybedemem. Yalancıyla ortak bir dili konuştuğumuzdan eminim. Onun yanına gidiyorum. “Baboli, al şu yüzlüğü... Nasıl yüzün güldü Allahsız seni, hehe. Şimdi bana maymunun nerede olmadığını söyle, buna söyleyebileceğin tek yalan var, o da doğru olan. Heh, heh.” Diye kendi zekamı takdir ediyorum.




“Yalan söylemeyi çok küçümsemişssin dostum. Sorduğun soruyu duyamadım ve soru hakkın doldu, hadi ikile bakali” diye beni ters köşeye yatırdı namıssız. Böylece bir sırrın perdesini daha aralayamamış oldum.

22 Ocak 2014 Çarşamba

DSSÇA

Merhabalar. İspanya’ya tatile gittiğim için uzun zamandır burayla ilgilenemedim ama seyahatim sırasında karşılaştığım ilginç şeyleri sürekli defterime not aldım. Size bu yazımda bir İspanyol mitinden bahsetmek istiyorum. Evet evet, doğru tahmin ettiniz, 72 milletin dilinden düşmeyen, kadim güçler tarafından bile cevabı bulunamayan bir hayaletin takibindeydim. Dışarı sadece sıçmaya çıkan adam. Yaygınca bilinen adı “The hombre who goes seulement to scheiße.” Tüm avrupaya nam salmış bu azılı kahramanımızın izini sürmek için çektiğim çilelerin sadece bir kısmından bahsedeceğim.

Öncelikli adımım dışarı sadece sıçmaya çıkan adamın psikolojisini anlamak. Bir insan neden dışarı sadece sıçmaya çıkar? Evinde tualet olmadığı için mi? Yoksa bu öylesine kendini beğenmiş bir insan ki bokunu diğer insanların ciğerlerine çekmesini gerekli mi görüyor? Öyleyse neden bir ninja kıvamında kimse tarafından duyulmuyor? “İşte bu benim bokum” diye böbürlenmesi gerekmez mi? Bu adamın sadece kokusunu duyabiliyorsunuz. Bir kere kokuyu aldığınız zaman adamın işini bitirdiğini ve çekip gittiğini anlıyorsunuz. İspanya’da kaç tane dükkan sırf bu adam yüzünden restorasyona girmek zorunda kaldı. Starbucks’lar artık tuvalet şifrelerini müşterileriyle paylaşmamaya başladı. Zaten çizgiyi burada aştı DSSÇA. Benim starbaksa başka bir niyetle girdiğim görülmemiştir. Bu işin sonunu bırakmayacağım.

Bana '20 sene sonra doğsaydın sıçmaya bilgisayarla gidecektin' deseler
'Bilgisayar ne ya?' derdim

Kilit birtakım insanlara rüşvet vererek DSSÇA’nın eski bir arkadaşını buluyorum. Başlıyor anlatmaya.

- Sayısız farklı isim kullandığını duydum... Bilemiyorum... Tanışık olduğumuz dönem Saul ismini kullanıyordu...
- O zamanlar da dışarı sadece sıçmaya mı çıkıyordu?
- Bilmiyorum whatsapp’tan konuşuyorduk sadece... Çok yalnız olduğum bir dönem rasgele bir numaraya mesaj atmıştım. Bana DSSÇA olduğunu söyledi.
- Whatsapp mı? Sene 2012 mi abi? Whatsapp mı kaldı? Şimdi herkes viber’da.
- Sene 2012’den bahsediyorum abi zaten
- Hea. Ok o zaman. Peki nasıl inandın bu adamın DSSÇA olduğuna?
- Bana sıçacağı yerleri önceden söylüyordu. Bir sonraki gün gazetede aynı sıçılmış yerleri görünce şok oluyordum.
- Sonra ne oldu?
- Sonra görüşmeyi bıraktık. Bir rivayete göre DSSÇA’nın hemen arkasından sıçmaya gidersen onunla telepatik bir ilişki kurabiliyormuşsun.

İşte bu yeni bilgi çok şaşırtıcıydı. Artık elimde bir ipucu vardı ve bu işin peşini bırakmamaya kararlıydım. DSSÇA haberlerini takip ediyordum sadece. Eğer öyle bir haber görürsem apar topar dışarı çıkıp onun gittiği tualete gidiyordum. İlk birkaç denememde inanılmaz zorlandım. DSSÇA’nın burunlara durgunluk veren bir tarafı vardı. İspanya’da kime söylerseniz, tırsmasının sebebini şimdi daha iyi anlıyorum. Sonuçta insanlar burunlarının kokuyla dolmasındansa gözlerinin korkuyla dolmasını tercih ediyorlardı.

Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı. Defalarca onun peşinden sıçmama rağmen o meşum aydınlanmayı henüz yaşayamamıştım. Bir elim haber sitelerinde, her gün heyecanla yeni vukuatını bekler olmuştum. Saymayı unuttuğum sıçmalardan sonra bir gün inanılmaz bir şey oldu. Klozete oturmuş gazetemi okurken bir ses duydum. “Merhaba yabancı. Kim olduğumu çoktan biliyorsun. Hani Batman’in ikinci filmi vardı ya. Baya efsane değil miydi? Neyse... Orda Harvey Dent’in lafını hatırla lütfen. ‘You either die a hero or you live long enough to see yourself become the villain.’”

Lanet olası piç kurusu beni kıskıvrak yakalamıştı. Bu adamı yakalayacağım diye günlerdir dışarı sadece sıçmaya çıkıyordum.

Lanet üzerime kalmıştı...


Not: İspanya halkından, verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür diliyorum.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Kim Milyoner Olmak İster?

Geçenlerde “Kim Milyoner Olmak İster?” mülakatına gittim. Milyoner olmak istediğimden emin olmadığım için, mülakatına gireyim dedim. Kabul edilirsem milyoner olmak istiyorum demektir, diye düşündüm. Mülakat kimin daha çok milyoner olmak istediğini belirleyebiliyor sanmıştım. Evet evet, yanlış duymadınız, sanmıştım. Her hafta resmi bir belgeyi gazetelere yollayıp kimlerin milyoner olmak istediğini açıklasalar, ismine daha çok yakışır diye düşündüm. Öyle bir şey söz konusu bile değildi.

Mülakata çeşit çeşit insan gelmişti gerçekten. Herkes milyonu istiyor gibi duruyordu, bu konuda bir sıkıntı yok. İnsanlar Trabzon, Ankara gibi çok uzak memleketlerden geliyorlardı. Milyonu almak için yol masrafından kaçınmamışlardı. Hem de sadece mülakata. O kadar çok istiyorlardı yani milyonu. Bir tanesi de çıkıp demedi “Ben milyona değil, Kenan Işık’a geldim” diye.  Zaten onun için “Kim Kenan Işık’la Tanışmak İster?” diye ayrı bir yarışma yapmaları gerekiyordu. Böyle bir talep oluşmuş durumda olabilir. Youtube’a bakarsanız sürekli; Kenan Işık’ı hayran bırakan yarışmacı, Kenan Işık ‘Dünyanın açık ara belki de en iyi yarışmacısı’ dedi, Kenan bu yarışmacıyı az kalsın dövecekti, K.Işık yarışmacının babası çıktı vs. şeklinde zibilyon tane başlık görebilirsiniz. Şimdi düşündüm de hem milyonun var, hem de yarışmaya geliyorsun. Sence sen nasıl bir insansın? Kötü diyemiyorum direk. Neyse... (Özel jetiyle stüdyoya gelen yarışmacı Kenan’ı şaşırttı. Evet evet, Kenan’ı şaşırsın diye çalıştırıyoruz. Bütün şaşırma, hayran kalma, sinirlenme  işleri ona ait. Hatta ona bazen aramızda “Keno” diyoruz. Gene şaşırıyor. Size sadece milyonu istemek kalıyor.)

"Bir milyonu nasıl yetireceksin ya?"

Yalnız stüdyonun bekleme salonunda aynı zamanda Esra Erol’un evlenme programına gelenler de vardı. Bunlar da milyonu istiyor gibi duruyordu ama izdivaçı daha çok istiyorlardı anlaşılan. Önceliklerini bilen insanlara her zaman saygım vardır. Gerçi şunu strateji olarak belirlemeyen insanlar da yok değildi “Milyonu alırım, iki adım öteye, izdivaça girerim. ‘Ben malın önde gideniyim ama milyonum var’ derim. Her şey çok şahane olur.” Oldu canım.

Milyonere gelenlerle izdivaça gelenler arasında belirgin bir kutuplaşma oldu. Bilgi yarışmasına gelmiş insanlar olarak biz daha elittik. O kadar bilgiliyiz ki, ne kadar olduğunu bilemiyoruz ve yarışmaya ihtiyaç duyuyoruz. O kadar olur noktası yani. Hem evlenmek de neymiş? Bilgisiz misin kuzum? Bir milyoncular “Şu cahillere bak. Bak bak, mallara bak. Bir milyoner olmak bile isteyemiyorlar. Sen anca evlen. Mal seni” şeklinde üstten bakan bir tavra büründüler. Bürünmek. Ulan sen düpedüz bir milyoncusun, havan kime?

Salonun bir köşesinde dünyalar güzeli bir kız kesiliyor gözüme (Kenan Işık hayran kaldı). Bilgisini bile yarıştırmaktan aciz bu insanlar dikkat algılarımı kurcalamış olmalı ki bu güzel kızı farketmemişim. Ukala gülümsememi takınarak kızın yanına doğru kaykılıyorum. “Bizi niye bu insanlarla aynı bekleme salonunda bekletiyorlar ki? Tsh. Resmen milyon isteğim lekeleniyor, bilgilerim değersizleşiyor bu insanların yanında. Sen ne düşünüyorsun?” diye soruyorum.  


“Ben izdivaçta talip arıyorum” diyor. (Kenan?)